çirkin ve azaplı manaları bilmek, müşahede etmek vazifesinden istifa ediyoruz ve istemiyoruz.” derken, birden: اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ tecellisi ile, خَاَلِقُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ ve مُسَخِّرُ الشَّمْسِ وَالْقَمَرِ ve رَبُّ الْعَالَمِينَ gibi çok isimler, her biri birer güneş gibi, وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَابٖيحَ ve اَفَلَمْ يَنْظُرُٓوا اِلَى السَّمَٓاءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا ve ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ gibi ayetlerin burçlarında tulu ettiler. Bütün semavatı nurla, meleklerle doldurdular, bir büyük camiye ve mescide ve ordugâha çevirdiler. O seyyah اَلَّذٖينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ cereyanına girdi. Dâllînden, اَوْ كَظُلُمَاتٍ فٖى بَحْرٍ لُجِّىٍّ ’den kurtuldu. Birden, Cennet gibi muntazam, güzel, muhteşem bir memleket gördü. Her tarafta Hâlik-ı Zülcelâli bildiriyorlar bir vaziyeti müşahedesiyle, akıl ve hayalin kıymetleri ve vazifeleri bin derece terakki etti.
İşte o seyyahın kâinattaki seyahatinin yüzer numunesinden bu mezkûr üç numuneye kıyasen sair müşahedatını ve isimlerin cilveleriyle Vacibü’l-Vücud’un marifetini Risale-i Nur’a havale edip bu pek kısa işarete iktifaen, bu pek uzun kıssayı kısa keserek Hâlikımızı bildiren kudsî sıfatlardan ve sıfat-ı seb’asından yalnız “İlim” ve “İrade” ve “Kudret” gibi üç mühim sıfatların eserleriyle, tecellileriyle ve tahakkuklarının hüccetleriyle kâinat Hâlikını tanımağa o dünya seyyahı gibi gayet kısa işaretlerle çalışacağız. Tafsilatını Risale-i Nur’a havale ederiz.
***