Nokta-i kat’iye ve cihet-i ittifakî budur: Ye’cüc ve Me’cüc, ehl-i garet ve fesad ve ehl-i hadaret ve medeniyete ecel-i kaza hükmünde iki taife-i mahlukullahtır.
Amma harabiyet-i sed; bazı, kıyamette ve bazı, kıyamete yakın ve bazı, emaresi olmak şartıyla uzaktır ve bazı, harab olmuştur fakat dekk olmamış. “Kıyle”ler çok. Herhalde nokta-i ittifak; seddin inhidamı, yerin sakalına bir beyaz düşmek ve oğlu olan nev-i beşer de ihtiyar olmasına bir alâmettir. Eğer bu müzakeratı muvazene ve muhakeme etmişsen caizdir, tecviz edesin: Sedd-i Kur’an, sedd-i Çin’dir ki; çok fersahlar ile uzun ve acaib-i seb’a-i meşhureden bir “müeyyed min indillah”ın irşadıyla bina olunmuş, o zamanın ehl-i medeniyeti, ehl-i bedeviyetin şerlerinden temin eylemiştir. Evet o vahşilerden Hun kabilesi Avrupa’yı herc ü merc ettiği gibi, onlardan Moğol taifesi de Asya’yı zîr ü zeber eylemiştir. Sonra seddin harabiyeti kıyamete alâmet olur. Bahusus dekk, ondan başkadır. Peygamber: Eşrat-ı saattenim. “Ben ve kıyamet bu iki parmak gibiyiz.” (1) dese neden istiğrab olunsun ki, harabiyet-i sed zaman-ı saadetten sonra alâmet-i kıyamet olsun... Hem de seddin inhidamı ömr-ü arza nisbeten yerin yüzünde ihtiyarlıktan bir buruşukluktur. Belki tamam-ı nehara nisbeten vakt-i ısfirar gibidir. Eğerçi binler sene de fasıl olsa... Kezalik Ye’cüc ve Me’cüc’ün ihtilâlleri, nev-i beşerin şeyhuhetinden gelme bir humma ve sıtması hükmündedir. Bundan sonra On İkinci Mukaddimenin fatihasında bir tevil-i âher sana feth-i bab eder. Şöyle: Kur’an hısası için kısası zikrettiği gibi ukad-ı hayatiye hükmünde ve makasıd-ı Kur’aniyeden bir maksadına münasib noktaları intihab ve rabt-ı maksada ittisal ettiriyor. Eğerçi hariçte ve husulde birbirinin nârı veya nuru birbiriyle görünmediği hâlde, zihninde ve üslûbda teanuk ve musahabet edebilirler. Hîna ki, kıssa hisse içindir; sana ne lâzım teşrihatı.. nasıl olursa olsun sana taalluk edemez. Kendi hisseni al, git. Hem de