onlara ihsan etmesiyle ve hayvanattaki zerratı tavzif edip rızık yoluyla hayat-ı insaniye derecesine çıkarmasıyla ve insanın vücudundaki zerratı süze süze tasfiye ve taltif ederek tâ dimağın ve kalbin en nazik ve lâtif yerinde makam vermesiyle bilinir ki, harekât-ı zerrat hikmetsiz değil; belki kendine lâyık bir nevi kemalâta koşturuluyor.
Salisen: Zîhayat cisimlerin zerratı içinde çekirdek ve tohumdaki gibi, bir kısım zerreler öyle manevî bir nura, bir letafete, bir meziyete mazhar oluyorlar ki, sair zerrelere ve o koca ağaca bir ruh, bir sultan hükmüne geçer. İşte, azim bir ağacın bütün zerratı içinde bir kısım zerrelerin şu mertebeye çıkmaları, o ağacın tabaka-i hayatında çok devirleri ve nazik vazifeleri görmesiyle olduğundan, gösteriyor ki, Sâni-i Hakîmin emriyle vazife-i fıtrat içinde zerratın enva-ı harekâtına göre onlara tecelli eden esmanın hesabına ve şerefine olarak birer manevî letafet, birer manevî nur, birer makam, birer manevî ders almalarını gösteriyor.
Elhasıl: Madem Sâni-i Hakîm her şey için o şeye münasip bir nokta-i kemal ve ona lâyık bir mertebe-i feyz-i vücud tayin edip ve o şeye, o nokta-i kemale sa’y edip gitmek için bir istidat vererek ona sevk ediyor. Ve bütün nebatat ve hayvanatta şu kanun-u rububiyet cari olmakla beraber, cemadatta dahi caridir ki, âdi toprağa, elmas derecesine ve cevahir-i âliye mertebesine bir terakkiyat veriyor. Ve şu hakikatte muazzam bir kanun-u rububiyetin ucu görünüyor. Hem madem o Hâlik-ı Kerîm, tenasül kanun-u aziminde istihdam ettiği hayvanata ücret olarak, birer maaş gibi, birer lezzet-i cüz’iye veriyor. Ve arı ve bülbül gibi, sair hidemat-ı rabbaniyede istihdam olunan hayvanlara birer ücret-i kemal verir; şevk ve lezzete medar birer makam veriyor. Ve şunda bir muazzam