Tılsım Mecmuası’nın Zeyli
بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ
وَ اِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفَاتِ رَسَائِلِ النُّورِ
Evvelâ: Aydın havalisinin Hasan Feyzi'si ve Husrev'i ve Mehmed Feyzi'si ve Risale-i Nur’un manevi avukatı Ahmed Feyzi’nin üç seneden beri âlimâne, müdekkikane yazdığı şu gelen istihracat-ı gaybiyeyi ve Sikke-i Tasdik-i Gaybiye’nin bir kuvvetli hücceti ve şahidi bulunan şu risaleciği dikkatle mütalâa ettim. O’nun tedkikatına ve Risale-i Nur’un kıymetini tam hadis ile ve âyet ile isbat etmesine karşı, hayret ve istihsan ile “Maşaallah, bârekellah” dedim. Fakat, bir derece tâbire muhtaçtır. Ayn-ı hakikattır; fakat “Said” hakkında hususan son kısmın hâşiyelerinde -şahsiyetim itibarıyla haddimden yüz derece ziyade bir hüsn-ü zannı ile- hakikatın sureti değişmiş...
Evet, hem Sikke-i Gaybiye, hem O’nun yazdığı âyetler ve hadisler müttefikan bu asırda bir hakikat-ı nuraniyeye işaret ediyorlar. Ve bu asır ve bu zaman, cemaat zamanı olduğundan, şahs-ı manevi hükmedebilir. Hususan manevi vazifelerde maddi şahısların ehemmiyeti azdır. Dağlar gibi vazifeler, o zayıf şahsiyetlere yükletilmez.
Bazı âyât-ı kerîme ve ehadis-i şerife âhirzamanda gelecek bir müceddid-i ekberi mânâ-yı işârî ile haber veriyorlar. Fakat o gelecek zâtın ve cemiyetinin üç vazifesinden hakikatte en ehemmiyetlisi olan ve zahiren en küçüğü görünen imanı kurtarmak ve hakaik-i imaniyeyi güneş gibi göstermek vazifesini Risale-i Nur ve şakirdlerinin şahs-ı manevisi tam yaptıklarından; o gelecek zata dair haberleri ve işaretleri, Risale-i Nur’un