ve ahireti unutturacak olan en geniş daire ise siyaset dairesidir. Hususan böyle umumî ve mücadele suretindeki hadiseler, kalbi de boğuyor. Güneş gibi bir iman lâzım ki; her şeyde, her vaziyette, her bir harekette kader-i ilâhî ve kudret-i rabbaniyenin izini, eserini görsün, tâ o zulm-ü zulmette kalb boğulmasın, iman sönmesin; akıl, tabiat ve tesadüfe saplanmasın. Hattâ ehl-i hakikat, hakikat ve marifetullahı bulmak için, kesret dairelerini unutmaya çalışıyorlar; tâ kalb dağılmasın ve lüzumlu ve kıymetli şeye sarfetmek lâzım gelen merakı, zevki, şevki; lüzumsuz fani şeylerde telef olmasın. Hattâ bu ehemmiyetli sırdandır ki, din düsturlarının bir hâdimi olmak cihetinde güneş gibi imanlar taşıyan bir kısım sahabeler ve onlara benzeyen mücahidînden, selef-i salihînden başka; siyasetçi, ekserce tam muttaki dindar olamaz. Tam ve hakiki dindar muttaki olanlar, siyasetçi olmazlar. Yani, maksad-ı aslî siyasetini yapanlarda din, ikinci derecede kalır, tebeî hükmüne geçer. Hakiki dindar ise, bütün kâinatın en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir, diye siyasete, aşk-ı merak ile değil, ikinci üçüncü mertebede onu dine ve hakikate âlet etmeğe -eğer mümkünse- çalışabilir. Yoksa, baki elmasları, kırılacak âdi şişelere âlet yapar.
Elhasıl: Nasıl ki sarhoşluk, hakiki vazifelerden gelen elemleri ve ihtiyaçları sorhuşlakla muvakkaten unutturduğu cihetle menhus ve kısa bir zevk verir; öyle de, böyle fani boğuşmaları ve hadiseleri merakla takib etmek, bir nevi sarhoşluktur ki; hakiki vazifelerden gelen ihtiyacat ve yapmamaktan gelen teellümatı muvakkaten unutturduğu için, menhus bir zevk verir veya tehlikeli bir ye’se düşüp لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ ayetindeki emr-i ilâhîye muhalefet eder, tokada müstahak olur. Veya وَلَا تَرْكَنُٓوا اِلَى الَّذٖينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ olan şiddetli tehdid-i ilâhî tokadına mazhar olur, zalimlerin zulümlerine hasbî olarak manen iştirak eder; bil’istihkak cezasını da dünyada, ahirette çeker.
Yalnız ehemmiyetli bir endişe ve bir teselli kalbime geliyor ki; bu geniş boğuşmaların neticesinde, eski harb-i umumîden çıkan zarardan daha büyük bir zarar, medeniyetin istinadı, menbaı olan Avrupa’da deccalane bir vahşet doğurmasıdır. Bu endişeyi teselliye medar, âlem-i İslâmın tam intibahıyla ve