intişar eden Ramazaniye risalesi olan Ayetü’l-Kübra’nın otuz üç mertebe-i vücub ve vücud ve tevhid, otuz üç elsine-i külliye ile tezahür ettiği gibi; ruh ve hayal ve kalb o noktadan öyle bir inbisat ve inkişaf etti ki, her bir mertebenin söylediği لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ şehadetini dediğim vakit, o küllî lisan benim oluyor gibi azametli bir tevhid hissettiğimden, Ayetü’l-Kübra güneş gibi iman nurlarını ruhlara telkin edebilir; şeksiz şüphesiz kanaat ettim ve gördüm ve İmam-ı Ali'nin (r.a.) ona verdiği ehemmiyetin sırrını bildim.
Bu defa Isparta umum şakirdlerinin hissiyatı ile Risale-i Nur kahramanı Husrev'in yazdığı mektup, gerçi hakkım olmayarak bana ziyade hisse vermiş, fakat Isparta ve civarı kahraman şakirdlerinin tam derece-i irtibatlarını ve Risale-i Nur’un tam kıymetini gösterdiğinden ve mektuplarım içinde ve Lâhika’ya, hem daha münasip gördüğünüz makamlarda yazmağa lâyıktır. Size bir sureti yeni hurufla gönderiliyor. Pek çok alâkadar olduğum Kastamonu ve içindeki ehemmiyetli kardeşlerim, Isparta şakirdleriyle vasıta-i irtibat Mustafa Osman, hakikaten az bir zamanda çok ehemmiyetli bir iş görmesinden, birinci saftaki haslar içine girmeğe hak kazanmış. Demek ihlâsı tamdır ki, az bir zamanda çok zaman işini gördü. Cenab-ı Hak, onun emsalini o havalide çoğaltsın ve selâmet versin, âmin.
Umum kardeşlerime ve hemşîrelerime birer birer selâm ve tebrik ve dua ediyorum.
Said Nursî
***
(Gayet ehemmiyetli iki meseleyi; sizlere -zekâvetinize itimaden-
Risale-i Nur’da müteferrikan parçaları bulunmalarına
binaen, gayet muhtasar konuşacağım.)
Birincisi: Risale-i Nur’un hakiki ve hakikatlı bir şakirdi bulunan ve Kur’an Mu’ciz’ül-Beyânın kâtibi, bu defa yazdığı mektupta, haddimden bin derece ziyade hüsn-ü zannına istinaden, bir hakikat soruyor. Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsinin gayet ehemmiyetli ve kudsî vazifesini; ve hilâfet-i nübüvvetin