fıkrasıyla diyor: “Yâ Said-el-Kürdî! Bin üç yüz elli dört tarihine yetişirsen Mevla-yı Azîminden, o zamanın ve o asrın fitne ve şerlerinden muhafazanı iste ve yalvar.” Evet On Sekizinci Lem’ada Birinci Keramet-i Aleviyenin izahında, Kaside-i Ercüziyenin Risale-i Nur ve müellifine dair işarat-ı gaybiyesi beyan edilmiş. İsm-i âzam ve sekine tabir ettiği esma-i sitte-i meşhure ile daima meşgul olan bir şakirdiyle konuştuğu ve teselli verdiği ve çok emareler ve karinelerle o şakird, Said olduğu isbat edilmiş. Ve orada o şakirdine demiş:
اَحْرُفُ عُجْمٍ سُطِّرَتْ تَسْطٖيرًا * بِتَّ بِهَا الْاَمٖيرُ وَالْفَقٖيرَا Yani, ecnebi hurûfları bin üç yüz kırk sekizde tamim edilecek, çoluk-çocuk emirler ve fakirler icbar suretinde gece dersleriyle öğrenmeye çalışacaklar.
Evet سُطِّرَتْ تَسْطٖيرًا cümlesi tam tamına; iki ( ت ) sekiz yüz, iki ( س ) yüz yirmi, iki ( ر ) dört yüz, iki ( ط ) on sekiz, bir ( ى ) on, mecmuu bin üç yüz kırk sekizdir. Aynı tarihte lâtinî hurûflarına gece dersleriyle cebren çalıştırıldı. Sonra İmam-ı Ali (r.a.) sekine ile meşgul olan Said’e (r.a.) bakar, konuşur. Akabinde يَا مُدْرِكًا لِذٰلِكَ الزَّمَانِ der. İki-üç yerde kuvvetli işaret ile Said (r.a.) ismini verdiği şakirdine hitaben, “Kendini Sekine ile dua edip muhafazaya çalış.” “Yâ-i nidâi”den sonra müteaddid karineler ve emareler ile Said var. يَا سَعٖيدُ مُدْرِكًا لِذٰلِكَ الزَّمَانِ olur. Bu fıkra nasıl ki مُدْرِكًا kelimesiyle “el-Kürdî” lâkabına hem lâfzen, hem cifren bakar. Çünkü mim’siz دركًا Kürt kalbidir. (Haşiye) Mim ise, ( ل ) ve ( ى )' ye tam muvafıktır. Öyle de; diğer bir ismi olan Bediüzzaman lâkabına dahi “ez-zaman” kelimesiyle ima etmekle beraber bin üç yüz elli dört veya bin üç yüz elli beş makam-ı cifrîsiyle