Hem bu üç vezaifi birden bir şahısta, yahut cemaatte bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerh etmemesi pek uzak, adeta kabil görülmüyor. Ahirzamanda, Âl-i Beyt-i Nebevînin (a.s.m.) cemaat-i nuraniyesini temsil eden Hazret-i Mehdî’de ve cemaatindeki şahs-ı manevîde ancak içtima edebilir. Bu asırda, Cenâb-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, Risale-i Nur’un hakikatine ve şakirdlerinin şahs-ı manevîsine, hakaik-i imaniye muhafazasında tecdid vazifesini yaptırmış, yirmi seneden beri o vazife-i kudsiyede tesirli ve fatihane neşriyle gayet dehşetli ve kuvvetli zındıka ve dalâlet hücumuna karşı tam mukabele edip, yüz binler ehl-i imanın imanlarını kurtardığını kırk binler adam şehadet eder.
Amma, benim gibi aciz ve zaif bir biçarenin, böyle binler derece haddimden fazla bir yükü yüklemek tarzında şahsımı medar-ı nazar etmemeli” diyor ve size selâm ediyor. Biz de zatınıza ve oradaki Risale-i Nur’la alâkadar olanlara selâm ediyoruz.
Risale-i Nur şakirdlerinden
Emin, Feyzi
۞۞۞
ÜSTADIMIZIN GAYET EHEMMİYETLİ BİR MEKTUBUDUR
Gayet ciddî bir ihtarla bir hakikati beyan etmeye lüzum var. Şöyle ki: لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ sırrıyla, ehl-i velâyet, gaybî olan şeyleri, bildirmezse bilmezler. En büyük bir velî dahi, hasmının hakiki halini bilmedikleri için, haksız olarak mübareze etmesini aşere-i mübeşşerenin mabeynindeki muharebe gösteriyor. Demek, iki veli, iki ehl-i hakikat birbirini inkâr etmekle makamlarından sukut etmezler. Meğer, bütün bütün zâhir-i şeriate muhalif ve hatası zâhir bir içtihadla hareket edilmiş ola. Bu sırra binaen وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ ’deki ulüvv-ü cenab düsturuna ittibaen ve avam-ı mü’minînin şeyhlerine karşı hüsn-ü zanlarını kırmamakla, imanlarını sarsılmadan muhafaza etmek ve Risale-i Nur’un erkânlarının haksız itirazlara karşı haklı, fakat zararlı hiddetlerinden kurtarmak lüzumuna binaen;