HAZRET-İ GAVS’IN KERAMET-İ GAYBİYESİNİ TEYİD EDEN
BİR AYETİN İŞARATINDAKİ BİR NÜKTE-İ İ’CAZİYEDİR
Kur’an’dan tereşşuh eden o Sözler ve risaleler, Kur’an-ı Hakîmin bir nevi müstakim tefsiri ve hakaik-ı imaniyenin istikametli ve kuvvetli delilleri olduğundan; o risaleler ve sözlere gelen şeref ve takdir ve tahsin, Kur’an’a ve hakaik-ı imana aittir. Madem öyledir bilâ-perva derim ki: وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا فِىى كِتَابٍ مُبِينٍ sırrıyla, Kur’an’da elbette bu istikametli tefsirinin istikametine işaret var. Evet var. Kur’an o tefsirine hususî bakıyor. Çünkü, âyat-ı mühimmeden Sure-i Hûd’daki (Haşiye) فَمِنْهُمْ شَقِىٌّ وَسَعِيدٌ ayeti bulunan sahifenin karşısında فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ ayeti, fâ-yı atf hariç olarak اِسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ makam-ı ebcedisi bin üç yüz ikidir. Demek اِستَقِمْ ’deki emr-i has içinde bulunan hitab-ı âmmın hadsiz müstakim efradları içinde, o bin üç yüz iki tarihinde bir ferdin bir cihette istikamet emrinin imtisali bir hususiyet kazanacak. Demek on dördüncü asırda Kur’an’dan iktibas edip, istikametsiz, sakim yollar içinde sırat-ı müstakimi gösterecek âsârı neşreden bir adamı, o hadsiz efrad içinde dahil ediyor.
Hem o istikametin bir hususiyeti var ki, tarihiyle işaret ediyor. Halbuki, o asırda şahsen istikamette mümtaz bir hususiyet kesbetmek çok uzaktır. Demek, şahsi istikamet değil. Öyle ise, adamın teşebbüsüyle neşredilen esrar-ı Kur’aniye, o asırda istikamette imtiyaz kesbedecek. O adam şahsen gayr-ı müstakim olduğu halde, müstakimler içine idhali, o imtiyaza remzeder. Madem hakikat budur, ben kat’î bir surette itiraf ediyorum ki, hayatım istikametsiz gitmiş, kalbim sakametten kurtulmamış, o kudsî emrin imtisalinden