tıfıl iken “ümmetî” diyen şefîini ciddi sevmek, yani sünnet-i seniyyesine ittiba eylemenin muaccel mükâfatı olarak buluyor. Her emri işlerken, bu emri canib-i Haktan bu ümmete getireni; her nehyi yapmamaya cebrederken, bu nehyi taraf-ı ilâhîden bu ümmete getireni düşüne düşüne, derslerde geçtiği gibi, bütün ömür dakikaları ibadet olabilir. Ve o Habib-i Huda, o şefî-i rûz-i cezayı her işinde numune etmek azminden mütevellid muhabbet, o Habibin bulunduğu âleme göçmeyi sevdirecek hâle getiriyor ve böylece مُوتُوا قَبْلَ اَنْ تَمُوتُوا sırrı tezahür ediyor.
Tezekkür-ü mevt veya rabıta-ı mevt, تَفَكُّرُ سَاعَةٍ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ سَنَةٍ
Elhasıl: Ne arasak, hep Risaletü’n-Nur’da güneş gibi görünüyor. Risaletü’n-Nur şakirdleri dikkat etseler, daha bu fani âlemde iken Livaü’l-Hamd-i Ahmedî aleyhissalâtü vesselâm altında bulunduklarını inayet-i Hakla anlarlar.
Âcizane fehmedebildiğim şu anda kalbime gelen hakikatlere istinaden diyeceğim ki: Bu dalâlet ve bid’aların ve dinsizliğin taun ve vebadan daha ziyade ve daha şiddetli sarî illetlerine karşı Risaletü’n-Nur’un getirdiği ve talim ve tefhim ettiği çok hakikatlerden sünnet-i Ahmediyeye (a.s.m.) temessük dersini en hakiki olarak alan Risaletü’n-Nur şakirdleridir. Onlar bu temessük ve intisaplarının, iki kere iki dört eder kat’iyetinde mazhar oldukları inayet-i rabbaniye şehadetiyle, muaccel mükâfatlarını görüyorlar. Yani, burada sünneti ile dalâlet ve bid’at ve dinsizlik ateşlerinden kurtaran mensup olduğumuz şeriatın mübelliği; burada halâs ve mukavemetle, âhir hayatımızda iman ile, haşr-i ekberde şefaatıyla inşaallah ebedi sevindirecektir diyorlar, diyebiliyorlar. اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّىِ
Madem ki böyle olmuştur; o halde şüphesiz Risaletü’n-Nur’un intişarındaki maksad, şu zamanın insanlarına tahkikî imanı ders vermek, mütehayyirlerini kurtarmak, müteharrilerini takviye ve tarsin etmek, zendeka ve ehl-i ilhadı iskât ve ilzam etmektir. Amma fitne ateşleri afet halini alan bu zamanda, cam