Bir kıbleye bağladı kulûbu
Cem’etti kabail ve şuûbu
Mevlâya muhabbeti müsellem
Sallâllahü aleyhi vesellem. (Haşiye)
İşte, ittiba’-ı sünnete pek büyük ehemmiyet veren muhterem Üstadımız da, bu asırda اَلْعُلَمَۤاءُ وَرَثَةُ اْلاَنْبِيَۤاءِ sırrınca, içlerine saçılan nifak tohumu yüzünden, her gün biraz daha tevhidi bırakanları, bir kıbleye bağlamak için, Sözler ve Mektubat namındaki nurlu eserlerle ehl-i imanı irşada çalışıyor. Küffara, hattâ cin ve şeytanlara dahi, mebde-i nüzulündeki gibi, nusus-u Kur’aniyeyi ilân ediyor. Mahfî i’cazı izhar ediyor.
Vahdetü’l-vücuda dair olan Risaleyi mühim zatlara okuduktan sonra, bir sevk-i manevî ile ihtiyarsız bir yere daha gittim. Orada vahdetü’l-vücud meşreb sahibi âlim bir zatı (1) hazır buldum. Vahdetü’l-vücud hakkındaki mektubu okudum. Daha doğrusu ihtiyarsız olarak okudum. Müstemi olan o mühim âlim, bidayette cüz’î itiraz parmağını uzatmak istedi. Sonuna kadar dinlemesini ihtar ettim. Tamamen okuduktan sonra, o zat hayretinden Sözlerin büyüklüğünü ve bu zamanda böyle büyük kelâmı, acaba kim yazabilir diye, merakı ve suali üzerine, Kur’an’ın feyzine mazhar olan Üstadımızı haber verince, o zat tamamıyla arz-ı teslimiyet eyledi.
İşte, ihtiyarım olmayarak bu acib tesadüf ve teslimiyette, kader-i ilâhînin bu cilvesi, davamıza sadık bir bürhan ve tesadüf oyuncağı olmadığımıza büyük bir delildir.
اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ
Hulûsi