gibi câmi dualarla dua etmek, hem hulûs ve huşû ve huzur-u kalb ile dua etmek, hem namazın sonunda, bilhassa sabah namazından sonra, hem mevaki-i mübarekede, hususan mescidlerde, hem Cumada, hususan saat-i icabede, hem şuhur-u selâsede, hususan leyâli-i meşhurede, hem Ramazanda, hususan Leyle-i Kadirde dua etmek, kabule karin olması rahmet-i ilâhiyeden kaviyyen me’muldür. O makbul duanın ya aynen dünyada eseri görünür; veyahut dua olunanın ahiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur. Demek, aynı maksad yerine gelmezse, dua kabul olmadı denilmez, 1 belki daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir.
İkinci Sualiniz: Sahabe-i kiram hazeratına radıyallahu anh denildiğine binaen, başkalara da bu manada söylemek muvafık mıdır?
Elcevap: Evet, denilir. Çünkü Resul-i Ekremin bir şiarı olan aleyhissalâtü vesselâm kelâmı gibi radıyallahu anh terkibi sahabeye mahsus bir şiar değil. Belki sahabe gibi, veraset-i nübüvvet denilen velayet-i kübrada bulunan ve makam-ı rızaya yetişen eimme-i erbaa, Şah-ı Geylânî, İmam-ı Rabbanî, İmam-ı Gazalî gibi zatlara denilmeli. Fakat örf-ü ulemada sahabeye radıyallahu anh, tâbiîn ve tebe-i tâbiîne rahimehullah, onlardan sonrakilere gaferehullah ve evliyaya kuddise sirruhu denilir.
Üçüncü Sualiniz: Başta müçtehidîn-i izam imamları mı efdal, yoksa hak tarikatların şahları, aktabları mı efdaldir?
Elcevap: Umum müçtehidîn değil; belki Ebu Hanife, Mâlik, Şâfiî, Ahmed ibn-i Hanbel, şahların, aktabların fevkindedirler. Fakat hususî faziletlerde Şah-ı Geylânî gibi bazı harika kutublar, bir cihette daha parlak makama sahiptirler. Fakat küllî fazilet imamlarındır. Hem tarikat şahlarının