böyle kabul etmeye mecbursunuz. Çünkü siz mesleğinizce güzel diyemeyeceksiniz.”
Hem eğer onlara denilse, “Peygamberi nasıl bilirsiniz?” Derler: “Güzel ahlâklı, çok akıllı bir adam.” O vakit onlara denilecek: “Öyle ise imana geliniz. Çünkü güzel ahlâklı, akıllı olsa, alâ külli hâl resulullahtır. Çünkü sizin bu ‘güzel’ sözünüz, hududunuz dahilinde değil; mesleğinizce böyle diyemezsiniz.” Ve hakeza, temsildeki sair işaretlere, hakikatin sair cihetleri tatbik edilebilir.
İşte bu sırra binaen, o şeytanla münazara edilen Birinci Mebhas, ehl-i imanın imanını muhafaza etmek için mucizat-ı Ahmediyeyi bilmeye ve kat’î bürhanlarını öğrenmeye muhtaç etmiyor. Edna bir emare, küçük bir delil, onların imanlarını kurtarıyor. Kuyu dibindeki esfel-i sâfilînde olmadığına, her bir hâl-i Ahmediye (a.s.m.), her bir haslet-i Muhammediye (a.s.m.), her bir tavr-ı Nebevî (a.s.m.), birer mucize hükmüne geçer, âlâ-yı illiyyinde bir makamı bulunduğunu isbat eder.
***
Yedinci Mesele
Medar-ı ibret bir mesele:
[Vehme maruz, fütura düşen bazı dostlarıma kuvve-i maneviyeyi teyid edecek yedi emarenin delâletiyle, sırf hizmet-i Kur’an’a ait bir ikram-ı rabbanîyi ve bir himayet-i ilâhiyeyi beyan etmeye mecburum ki, o zaif damarlı bir kısım dostlarımı kurtarayım. O yedi emarenin dördü, dost iken, sırf birer maksad-ı dünyevî için şahsıma değil, Kur’an’a hâdimliğim cihetinde düşman vaziyeti almalarıyla, o maksadlarının aksiyle tokat yediler. O yedi emarenin üçü ise, ciddî dost idiler ve daima da dostturlar. Fakat dostluğun iktiza ettiği merdâne vaziyeti muvakkaten göstermediler, tâ ki ehl-i dünyanın teveccühünü kazanıp birer maksad-ı dünyevî kazansınlar ve başlarından emin olsunlar. Halbuki, o üç dostum, maatteessüf o maksadlarının aksiyle birer itab gördüler.]