Dördüncü Sebep: Bazen tevazu, küfran-ı nimeti istilzam ediyor; belki küfran-ı nimet olur. Bazen de tahdis-i nimet, iftihar olur. İkisi de zarardır. Bunun çare-i yegânesi -ki ne küfran-ı nimet çıksın, ne de iftihar olsun meziyet ve kemalâtları ikrar edip, fakat temellük etmeyerek Mün’im-i Hakikînin eser-i in’amı olarak göstermektir. Meselâ, nasıl ki murassa ve müzeyyen bir elbise-i fahireyi biri sana giydirse ve onunla çok güzelleşsen, halk sana dese, “Maşaallah, çok güzelsin, çok güzelleştin.” Eğer sen tevazukârane desen, “Hâşâ, ben neyim? Hiç! Bu nedir, nerede güzellik?” O vakit küfran-ı nimet olur ve hulleyi sana giydiren mahir sanatkâra karşı hürmetsizlik olur. Eğer müftehirane desen, “Evet, ben çok güzelim. Benim gibi güzel nerede var? Benim gibi birini gösteriniz.” O vakit, mağrurane bir fahirdir.
İşte, fahirden, küfrandan kurtulmak için demeli ki, “Evet, ben güzelleştim. Fakat güzellik libasındır ve dolayısıyla libası bana giydirenindir; benim değildir.”
İşte, bunun gibi, ben de, sesim yetişse bütün küre-i arza bağırarak derim ki, Sözler güzeldirler, hakikattirler. Fakat benim değildirler; Kur’an-ı Kerîmin hakaikindan telemmu’ etmiş şualardır.
وَ مَا مَدَحْتُ مُحَمَّدًا بِمَقَالَتِى * وَ لٰكِنْ مَدَحْتُ مَقَالَتِى بِمُحَمَّدٍ
düsturuyla derim ki:
وَ مَا مَدَحْتُ الْقُرْاٰنَ بِكَلِمَاتِى * وَ لٰكِنْ مَدَحْتُ كَلِمَاتِى بِالْقُرْاٰنِ
Yani, “Kur’an’ın hakaik-i i’cazını ben güzelleştiremedim, güzel gösteremedim. Belki Kur’an’ın güzel hakikatleri benim tabiratlarımı da güzelleştirdi, ulvileştirdi.” Madem böyledir; hakaik-ı Kur’an’ın güzelliği namına, Sözler namındaki