Üçüncü Remiz: Eşya zeval ve ademe gitmiyor; belki daire-i kudretten daire-i ilme geçiyor, âlem-i şehadetten âlem-i gayba gidiyor, âlem-i tagayyür ve fenâdan âlem-i nura, bekaya müteveccih oluyor. Hakikat nokta-i nazarında, eşyadaki cemal ve kemal, esma-i ilâhiyeye aittir ve onların nukuş ve cilveleridir. Madem o esma bakidirler ve cilveleri daimidir; elbette nakışları teceddüd eder, tazelenir, güzelleşir. Ademe ve fenâya gitmiyor; belki, yalnız itibarî taayyünleri değişir. Ve medar-ı hüsün ve cemal ve mazhar-ı feyiz ve kemal olan hakikatleri ve mahiyetleri ve hüviyet-i misâliyeleri bâkidirler. Zîruh olmayanlar, doğrudan doğruya onlardaki hüsün ve cemal, esma-i ilâhiyeye aittir; şeref onlaradır, medih onların hesabına geçer, güzellik onlarındır, muhabbet onlara gider; o ayinelerin değişmesiyle onlara bir zarar iras etmez. Eğer zîruh ise, zevi’l-ukulden değilse, onların zeval ve firakı bir adem ve fenâ değil; belki vücud-u cismanîden ve vazife-i hayatın dağdağasından kurtulup, kazandıkları vazifenin semerelerini bâki olan ervahlarına devrederek, onların, o ervah-ı bâkiyeleri dahi birer esma-i ilâhiyeye istinad ederek devam eder, belki kendine lâyık bir saadete gider. Eğer o zîruhlar zevi’l-ukulden ise, zaten saadet-i ebediyeye ve maddî ve manevî kemalâta medar olan âlem-i bekaya ve o Sâni-i Hakîmin dünyadan daha güzel, daha nuranî olan âlem-i berzah, âlem-i misâl, âlem-i ervah gibi diğer menzillerine, başka memleketlerine bir seyr ü seferdir; bir mevt ve adem ve zeval ve firak değil, belki kemalâta kavuşmaktır.
Elhasıl: Madem Sâni-i Zülcelâl vardır ve bâkidir; sıfat ve esması daimî ve sermedîdirler. Elbette o esmanın cilveleri ve nakışları, bir manevî beka içinde teceddüd eder; tahrip ve fenâ, idam ve zeval değildirler. Malûmdur ki, insan, insaniyet cihetiyle, ekser mevcudatla alâkadardır. Onların saadetleriyle mütelezziz ve helâketleriyle müteellimdir. Hususan