İşte şu surede, “Semavat ve arzın Fâtır-ı Zülcelâli, semavat ve arzı öyle bir tarzda tezyin edip âsar-ı kemalini göstermekle, hadsiz seyircilerinden Fâtırına hadsiz medh ü senâlar ettiriyor; ve öyle de hadsiz nimetlerle süslendirmiş ki, sema ve zemin, bütün nimetlerin ve nimet-dîdelerin lisanlarıyla, o Fâtır-ı Rahmanına nihayetsiz hamd ve sitayiş ederler.” dedikten sonra, yerin şehirleri ve memleketleri içinde Fâtırın verdiği cihazat ve kanatlarıyla seyr ü seyahat eden insanlarla, hayvanat ve tuyur gibi, semavî saraylar olan yıldızlar ve ulvî memleketleri olan burçlarda gezmek ve tayeran etmek için o memleketin sekeneleri olan meleklerine kanat veren Zat-ı Zülcelâl, elbette her şeye kadir olmak lâzım gelir. Bir sineğe, bir meyveden bir meyveye; bir serçeye, bir ağaçtan bir ağaca uçmak kanadını veren, Zühre’den Müşteri’ye, Müşteri’den Zühal’e uçacak kanatları O veriyor. Hem, melâikeler sekene-i zemin gibi cüz’iyete münhasır değiller, bir mekân-ı muayyen onları kaydedemiyor. Bir vakitte dört veya daha ziyade yıldızlarda bulunduğuna işaret, مَثْنٰى وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ kelimeleriyle tafsil verir. İşte şu hadise-i cüz’iye olan “Melâikeleri kanatlarla teçhiz etmek” tabiriyle gayet küllî ve umumi bir azamet-i kudretin destgâhına işaret ederek, اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدٖيرٌ fezlekesiyle tahkik edip, tesbit eder.
Onuncu Nükte-i Belâgat: Kâh oluyor, ayet, insanın isyankârane amellerini zikreder, şedit bir tehdit ile zecreder. Sonra şiddet-i tehdit, ye’se ve ümitsizliğe atmamak için rahmetine işaret eden bir kısım esma ile hatime verir, teselli eder. Meselâ,