Elcevap: Hazret-i Ali’ye (r.a.) iki cihetle bakılmak gerektir. Bir ciheti şahsî kemalât ve mertebesi noktasından, ikinci cihet Âl-i Beytin şahs-ı manevîsini temsil ettiği noktasındandır. Âl-i Beytin şahs-ı manevîsi ise, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın bir nevi mahiyetini gösteriyor. İşte, birinci nokta itibariyle, Hazret-i Ali (r.a.) başta olarak bütün ehl-i hakikat, Hazret-i Ebubekir ve Hazret-i Ömer'i (r.a.) takdim ediyorlar. Hizmet-i İslâmiyette ve kurbiyet-i ilâhiyede makamlarını daha yüksek görmüşler. İkinci nokta cihetinde Hazret-i Ali (r.a.) şahs-ı manevî-i Âl-i Beytin mümessili ve şahs-ı manevî-i Âl-i Beyt bir hakikat-i Muhammediyeyi (a.s.m.) temsil ettiği cihetle, muvazeneye gelmez. İşte, Hazret-i Ali (r.a.) hakkında fevkalâde senakârane ehadis-i Nebeviye bu ikinci noktaya bakıyorlar. Bu hakikati teyid eden bir rivayet-i sahiha var ki, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etmiş: “Her nebinin nesli kendindendir. Benim neslim Ali’nin (r.a.) neslidir.” (1)
Hazret-i Ali’nin (r.a.) şahsı hakkında sair hulefadan ziyade senakârane ehadisin kesretle intişarının sırrı şudur ki: Emevîler ile Haricîler ona haksız hücum ve tenkis ettiklerine mukabil, Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan ehl-i hak, onun hakkında rivayatı çok neşrettiler. Sâir hulefa-i raşidîn ise öyle tenkid ve tenkise çok maruz kalmadıkları için, onlar hakkındaki ehadisin intişarına ihtiyaç görülmedi.
Hem istikbalde Hazret-i Ali (r.a.) elîm hadisata ve dahilî fitnelere maruz kalacağını nazar-ı Nübüvvetle görmüş, Hazret-i Ali’yi (r.a.) meyusiyetten ve ümmetini onun hakkında sû-i zandan kurtarmak için, مَنْ كُنْتُ مَوْلَاهُ فَعَلِىٌّ مَوْلَاهُ gibi mühim hadislerle Ali’yi (r.a.) teselli ve ümmeti irşad etmiştir.
Hazret-i Ali’ye (r.a.) karşı Şia-i Velayetin ifratkârane muhabbetleri ve tarikat cihetinden gelen tafdilleri, kendilerini Şia-i Hilâfet derecesinde mesul etmez. Çünkü, ehl-i velâyet, meslek itibariyle, muhabbet ile mürşidlerine bakarlar. Muhabbetin şe’ni ifrattır. Mahbubunu makamından fazla görmek arzu ediyor.