Üçüncü Kelime: Kur’an-ı Mucizü’l-Beyan hakaik-i imaniyeyi umum tabakat-ı beşere ders verdiği için, tesbit ve tahkik ve ikna etmek hikmetiyle, bir hakikati zâhiren tekrar ettiği için, ehl-i ilim ve ehl-i kitab bulunan o zaman ulema-i Yehûd, Peygamber-i Zîşan aleyhissalâtü vesselâmın ümmîliğine ve kıllet-i ilmine gayet haksız bir taarruz ettiklerine manen bir cevaptır. Şöyle ki:
Ayet-i kerîme der: “Tahkik ve ikna gibi pek çok hikmetler için ayrı ayrı faideler nokta-i nazarında çok müteaddit neticeleri bulunan bir hakikati, umûmun, bilhassa avamın kalbinde yerleştirmek için, erkân-ı imaniye gibi her bir meselesi bin mesail kıymetinde ve binler hakaikı tazammun eden meseleleri ayrı ayrı, mûcizane tarzlarda tekrar etmek hasr-ı kelâmî ve kusur-u zihnî ve sermayenin noksaniyetinden değildir. Belki hadsiz, nihayetsiz hazine-i ezeliye-i kelâm-ı ilâhîden alınan ve âlem-i gayb hesabına âlem-i şehadete müteveccih olup, cin, ins, ruh, melekle konuşan ve her ferdin kulağında tanînendaz olan Kur’an’ın menbaı bulunan Kelam-ı Ezelînin kelimatını saymak için denizler mürekkep olsa, zîşuurlar kâtib, nebatatlar kalem, belki zerratlar kalem ucu olsalar yine bitiremezler. Çünkü bunlar mütenahi, o ise nihayetsizdir.”
Dördüncü Kelime: Malumdur ki, umulmadık bir şeyden kelâmın sudûru, kelâmı ehemmiyetleştirir; kendini dinlettiriyor. Hususan cevv-i sema ve bulutlar gibi büyük cirmlerde tekellümvari sadâlar dahi ehemmiyetle herkese kendini dinlettiriyor. Hususan dağ cesametinde bir fonoğrafın nağamatı daha fazla kulağın nazar-ı dikkatini celb eder. Hususan semavat tabakalarını plaklar ittihaz edip küre-i arzın kafasına işittirmek için sudur eden sadây-ı semavî-i Kur’anîyi, radyo kuvvetiyle, zerrat-ı havaiye o hurûfata ahize ve nâkıle oldukları gibi, elbette bu kudsî