Efendiler, hâkimler,
Çok geniş, Risale-i Nur’a ait, Isparta müdde-i umumisinin hem mükerrer, hem intizamsız, hem muhtelif, hem çok suallerine karşı benim de Risale-i Nur’u müdafaa mecburiyetiyle böyle intizamsız ve parça parça ve bazen mükerrer ifadelerime nazar-ı müsamaha ile bakmanızı rica ederim.
Risale-i Nur’un kıymetini gösteren bazı hususî mahrem risaleler –ki Keramet-i Aleviye ve Keramet-i Gavsiye ve İşarat-ı Kur’aniye risaleleridir– elinize geçmek ihtimaliyle derim:
Bu mahkemenin, Risale-i Nur’a itiraz ve tenkid değil, onu müdafaa etmek bir vazifesi olduğunu iddia ediyorum. Evet, vahdet-i mesele cihetiyle, o mezkûr üç mahrem risaleler, yüzer işaratıyla Risale-i Nur’u tasdik ve hakkaniyetine imza basıyorlar. Bir davada bu kadar emareler şehadet ettikleri halde, o dava çürütülmez.
Risale-i Nur’un arkasında otuz üç âyat-ı Kur’aniye işaratı ve Hazret-i İmam-ı Ali radiyallahu anh’ın üç keramat-ı gaybiye ile ihbaratı ve Gavs-ı Âzam'ın sarahate yakın şehadeti var. Ona hücum, bunlara hücumdur.
Evet, madem ölüm öldürülmemiş ve kabir kapısı kapanmıyor ve hayat-ı dünyeviye süratle hiçliğe gidiyor; elbette Risale-i Nur gibi kudsî ve kat’î bir esere eşedd-i ihtiyaç vardır...
***
(Bu fıkra dahi müsveddeye girdi, daha çıkarmadık.
Hapisteki kardeşlerime yazdığım bir mektuptur.)
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Sorgu hâkimi beni isticvab için çağırdığı gün, ben kardeşlerimi nasıl müdafaa edeyim diye düşünürken, İmam-ı Gazalî'nin Hizbü’l-Masun’unu açtım. Birden bu gelen ayetler nazarıma göründü: