maznun sıfatıyla değil; belki bir muallim, bir mürebbi ve bir mürşid olarak girmiştir. Her divan-ı adalette en büyük dehşet ve savletini, azamet ve izzetini parlak ve şaşaalı bir surette gösterdin. Onları da iman ve Kur’an suyuyla yıkadın.”
“Ey Risale-i Nur’un bir hâdimi ve tercümanı olan Üstadım! Allah’ın abdi, İmam-ı Ali'nin (r.a.) manevi veledi ve Gavs-ı Âzam'ın (k.s.) müridi olan Üstadım! Beni huzur-u âlî ve irfanına çıkar.” “Ancak bir kilo kadar olan bir aylık erzakı ve zahiresi, paket halinde kağıtta sarılı ve çivide asılı duruyor. O yokluk içinde tükenmez bir varlığa kavuşuyor. Hediye ve behiyyeleri almaktan çekiniyor. Zekât ve sadakaları, teberrük ve teberruları alsaydı, bugün bir milyon servet sahibi olurdu. Fakat o, tıpkı Cenab-ı Ömer’in dediği gibi: “Sırtıma fazla yük alırsam, Allah’ın habibi Muhammed'e (a.s.m.) ve yârânı olan kâmil ve vâsıllara yetişemem; yarı yolda kalırım.” diyor. “Bütün eşya ve eflâkı senin için yarattım Habibim!” fermanına karşı “Ben de, senin için onları terk ve feda ettim.” diye verilen cevab-ı risaletpenahiye ittibaen ve imtisalen; o da, dünya ve mâfiha muhabbet ve sevdasını terkederek, bütün hizmet ve himmetini ve şu ömr-ü nazenini envar-ı Kur’aniyenin intişarına sarf ve hasretmiştir.” denilmektedir.
Yeni Türkçe olarak hicrî 1366 (1) ’da basılmış olan Asâ-yı Musa kitabının On Birinci Meselesinin Hatimesinde قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِۙ suresini cifir ve ebced hesabıyla tefsir edip, “1352-1354 (2) ; Nur şakirdlerinin Eskişehir Hapsinden, dehşetli bir şerden kurtulmalarını, haklarındaki imha plânının akim kalmasını haber veriyor.” “Ve مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَۙ cümlesinin, 1361 (3) rakamıyla; yine Risale-i Nur şakirdlerinin geniş bir imha plânından, elîm ve dehşetli bir belâdan, Denizli Hapishanesinden kurtulmalarını gösteriyor.”