bir devrin insanları olduğumuz gibi; ona mukabil, sena-yı Muhammediye (a.s.m.) lâyık bir şekilde, mahz-ı hikmet ve mevhibeye mazhar bir memur-u rabbanînin neşr-i envar eylediği bir devri yaşıyoruz.
اَللّٰهُمَّ اجْعَلْ رِزْقَ اٰلِ مُحَمَّدٍ فِى الدُّنْيَا قُوتًا hadis-i şerifin ifade-i riyaziyesi: 1293 (1) ’te doğup, 1373 (2) ’e kadar ifa-yı cihad edecek olan bir zatın, bir cihette âl-i pak-i Muhammediyeden (a.s.m.) olduğuna ve hatta silsile-i sâdatın bir mahsulü bulunduğuna şehadet ve onun rızk-ı mübarekinin kut-u yevmiyeden ibaret bulunacağına delâlet etmektedir.
1371; vazife-i hilâfetin cereyan edeceği tarihlerin mebdei.. 1880; son asırların tağut-u dalâletinin doğumu olup, onun temsil ettiği ruh-u dalâlete, hizbü’l-Kur’an’ın ve ondan nebean eden Risale-i Nur’un meydan okumasını göstermektedir.” denilmektedir.
Siyah kaplı defter içindeki mektuplardan 15. sahifedeki “Said” imzalı bir mektupta:
“Ehemmiyetli bir kardeşimiz, Nur’un ciddi bir naşiri Refet Bey'in mektubunu aldım. Refet Bey’in İstanbul’a gitmesi ve faaliyette bulunmasını tebrik ederim. Gizli münafıkların takip ettikleri iki plandan birisi: Benim haysiyetimi kırmakla, güya Nurların kıymeti düşecek..
İkincisi: Nur şakirdlerine telâş ve fütur vermekle Nurların intişarına mani olunacak. Hiç korkmayınız; milyonlarla kahraman başlar feda oldukları bir hakikate, bizim gibi bazı biçarelerin dahi başları da feda olsun!”
Haşiyede; “Nazif’in yeni hurûf ile yazdığı Asâ-yı Musa’nın sonuna, üniversiteliler namına Mustafa Oruç’un imzasıyla yazılan fıkrayı derc etmeleri güzel olmuş, cildlenmek için İstanbul’a 120 nüshayı göndermişler.”
Sahife 15’te Mustafa Osman’ın bir mektubunda: “Asâ-yı Musa’ları ciltletmekle meşgul olduklarını... İşte kahraman ordu, alâmet-i küfür olan şapkayı başından çıkarıp attı. Yeni tedavüle konulan yüz kuruşluklarda, âdet-i menhuse ve onlarca ehemmiyetli olan resim koymağa muvaffak olamamışlar.