bir hizmetçi ve o zeminin her tarafına dağılan nevileri gayet intizamlı bir nefer hükmünde istihdam eder.
Bu hakikat dahi Risaletü’n-Nur’da isbat ve izah edildiğinden, burada bu kısa işaretle iktifa ediyoruz. Bizim yolcu, bu beş hakikatten aldığı feyz-i imanî ve zevk-i tevhidî neşesiyle müşahedatını hülâsa ve hissiyatını tercüme ederek, kalbine diyor:
Bak kitab-ı kâinatın safha-i rengînine!
Hâme-i zerrin-i kudret, gör ne tasvir eylemiş.
Kalmamış bir nokta muzlim çeşm-i dil erbabına,
Sanki âyâtın Huda, nur ile tahrir eylemiş.
Hem bil ki:
Kitab-ı âlemin evrakıdır eb’ad-ı nâmahdud,
Sütur-u hadisat-ı dehrdir âsar-ı nâmadud.
Yazılmış destgâh-ı levh-i mahfuz-u hakikatte
Mücessem lâfz-ı manidardır, âlemde her mevcud. (1)
Hem dinle:
چُو لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ بَرَابَرْ مٖيزَنَنْدْ هَرْ شَىْ دَمَادَمْ جُويَدَنْدْ يَا حَقْ سَرَاسَرْ گُويَدَنْدْ يَا حَىُّ
نَعَمْ وَ فٖى كُلِّ شَىْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ
diyerek, kalbiyle beraber nefsi dahi tasdik ederek, “Evet, evet.” dediler.
İşte dünya misafiri ve kâinat seyyahının İkinci Menzilde müşahede ettiği beş hakikat-ı tevhidiyeye kısa bir işaret olarak, Birinci Makamın İkinci Babında, İkinci Menzile ait böyle denilmiş: