şu gördüğünüz harflerin nazm ve nakışlarından yaptım. Buyurunuz meydana!” diye onların tahkirane tebkitlerine (tekdirlerine) işarettir.
5. Manadan soyulmuş şu heca harflerinin zikri, muarızları hüccetsiz bırakmaya işarettir. Evet, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan, şu manasız harflerin lisan-ı hâliyle ilân ediyor ki: “Ben sizden beliğ manaları, hükümleri, hakikatleri ifade eden yüksek hutbeleri ve nutukları istemiyorum; yalnız şu tâdad ettiğim harflerden bir nazire yapınız, velev iftira ve hikâyelerden ibaret bile olursa olsun!”
6. Harfleri tâdad ile hecelemek, yeni kıraata ve kitabete başlayan müptedilere mahsustur. Bundan anlaşılıyor ki, Kur’an, ümmi bir kavme ve müptedi bir muhite muallimlik yapıyor.
7. ا - ل - د gibi harfleri, meselâ, “elif, lâm, dal” gibi isimleriyle tabir ve zikretmek, ehl-i kıraat ve erbab-ı kitabetin ittihaz ettikleri bir usuldür. Bundan anlaşılıyor ki, hem söyleyen, hem dinleyen ümmi olduklarına nazaran, bu tabirler, söyleyenden doğmuyor ve onun malı değildir; ancak başka bir yerden ona geliyor.
Ey arkadaş! Bu letaifin ince iplerinden dokunan yüksek nakş-ı belâgatı göremeyen adam belâgat ehlinden değildir; erbab-ı belâgata müracaat etsin.
ÜÇÜNCÜ MEBHAS
الٓمٓ , i’cazın esaslarından, îcazın en yüksek ve en ince derecesine bir misaldir. Bunda da birkaç letaif vardır:
1. الٓمٓ , üç harfiyle üç hükme işarettir. Şöyle ki:
Elif, هٰذَا كَلاَمُ اللّٰهِ اْلاَزَلِىُّ hükmüne ve kaziyesine; lâm نَزَلَ بِهِ جِبْرِيلُ
hükmüne ve kaziyesine; mim, عَلٰى مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ السَّلاَمُ hükmüne ve kaziyesine remzen ve îmaen işarettir.