bütün a’mâli bir sahife içinde yazılı olarak neşrediliyor. Şu mesele, kendi kendine çok acib olduğundan akıl ona yol bulamaz. Fakat, sûrenin işaret ettiği gibi, haşr-i baharîde başka noktaların naziresi olduğu gibi, şu neşr-i suhuf naziresi pek zâhirdir. Çünkü, her meyvedar ağaç ve çiçekli bir otun da amelleri var, fiilleri var, vazifeleri var, esma-i ilâhiyeyi ne şekilde göstererek tesbihat etmiş ise ubudiyetleri var. İşte, onun bütün bu amelleri, tarih-i hayatlarıyla beraber umum çekirdeklerinde, tohumcuklarında yazılıp başka bir baharda, başka bir zeminde çıkar. Gösterdiği şekil ve suret lisanıyla gayet fasih bir surette analarının ve asıllarının a’mâlini zikrettiği gibi dal, budak, yaprak, çiçek ve meyveleriyle sahife-i a’mâlini neşreder. İşte gözümüzün önünde bu hakîmâne, hafizâne, müdebbirâne, mürebbiyâne, lâtifâne şu işi yapan Odur ki, der: اِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ
Başka noktaları buna kıyas eyle. Kuvvetin varsa istinbat et. Sana yardım için bunu da söyleyeceğiz. İşte اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ şu kelâm, “tekvir” lafzıyla, yani sarmak ve toplamak manasıyla parlak bir temsile işaret ettiği gibi, nazirini dahi ima eder.
Birinci: Evet, Cenab-ı Hak tarafından adem ve esîr ve sema perdelerini açıp, güneş gibi dünyayı ışıklandıran pırlanta misal bir lâmbayı, hazine-i rahmetinden çıkarıp dünyaya gösterdi. Dünya kapandıktan sonra, o pırlantayı perdelerine sarıp kaldıracak.
İkinci: Veya, ziya metaını neşretmek ve zeminin kafasına ziyayı zulmetle münavebeten sarmakla muvazzaf bir memur olduğunu ve her akşam o memura metaını dahi toplattırıp, gizlendiği gibi kâh olur bir bulut perdesiyle alışverişini az yapar, kâh olur ay onun yüzüne karşı perde olur, muamelesini bir derece çeker; metaını ve muamelât defterlerini topladığı gibi, elbette o memur bir vakit o memuriyetten infisal edecektir. Hatta