en ahsenindedir.” demektir ki, başka hâlik bulunduğuna hiç delâleti yok. Belki, hâlikiyetin, sair sıfatlar gibi çok meratibi var. اَحْسَنُ الْخَالِقٖينَ demek, “Meratib-i hâlikiyetin en güzel, en münteha mertebesinde bir Hâlik-ı Zülcelâldir.” demektir.
İKİNCİ İŞARET: اَحْسَنُ الْخَالِقٖينَ gibi tabirler, hâlikların taaddüdüne bakmıyor, belki mahlûkiyetin envaına bakıyor. Yani, “Her şeyi, her şeye lâyık bir tarzda, en güzel bir mertebede halk eder bir Hâliktır.” Nasıl ki, şu manayı اَحْسَنَ كُلَّ شَىْءٍ خَلَقَهُ gibi ayetler ifade eder.
ÜÇÜNCÜ İŞARET: اَحْسَنُ الْخَالِقٖينَ , اَللّٰهُ اَكْبَرُ , خَيْرُ الْفَاصِلٖينَ , خَيْرُ الْمُحْسِنٖينَ gibi tabirattaki muvazene, Cenâb-ı Hakkın vakideki sıfât ve ef’ali, sair o sıfât ve ef’alin numunelerine malik olanlarla muvazene ve tafdil değildir. Çünkü, bütün kâinatta cin ve ins ve melekte olan kemalât, Onun kemaline nisbeten zaif bir gölgedir; nasıl muvazeneye gelebilir? Belki muvazene, insanların ve bahusus ehl-i gafletin nazarına göredir.
Meselâ, nasıl ki bir nefer, onbaşısına karşı kemal-i itaat ve hürmeti gösteriyor, bütün iyilikleri ondan görüyor; padişahı az düşünür. Onu düşünse de, yine teşekküratını onbaşıya veriyor. İşte, böyle bir nefere karşı denilir: “Yahu, padişah senin onbaşından daha büyüktür. Yalnız ona teşekkür et.” Şimdi, şu söz, vakideki padişahın haşmetli hakiki kumandanlığıyla, onbaşısının cüz’î, surî kumandanlığını muvazene değil. Çünkü, o muvazene ve tafdil manasızdır. Belki, neferin nazar-ı ehemmiyet ve irtibatına göredir ki, onbaşısını tercih eder, teşekküratını ona verir, yalnız onu sever.