İşte, küçücük bir insan, icadsız, sırf surî bir sanatçığıyla, bir fonoğrafın güzel işlemesiyle böyle memnun olsa, acaba bir Sâni-i Zülcelâl, koca kâinatı bir musiki, bir fonoğraf hükmünde icad ettiği gibi, zemini ve zemin içindeki bütün zîhayatı ve bilhassa zîhayat içinde insanın başını öyle bir fonoğraf-ı rabbanî ve bir musika-i ilâhî tarzında yapmış ki, hikmet-i beşer, o sanat karşısında hayretinden parmağını ısırıyor. İşte, bütün o masnuat, bütün onlardan matlub neticeleri nihayet derecede ve gayet güzel bir surette gösterdiklerinden ve ibadat-ı mahsusa ve tesbihat-ı hususiye ve tahiyyat-ı muayyene ile tabir edilen, evamir-i tekviniyeye karşı onların itaatleri ve onlardan matlub olan makasıd-ı rabbaniyenin husulünden hasıl olan ve iftihar ve memnuniyet ve ferahla tabir edemediğimiz maani-i mukaddese ve şuun-u münezzeh, o derece âli ve mukaddestir ki, bütün ukul-ü beşer ittihad edip bir akıl olsa, yine onların künhüne yetişemez ve ihata edemez.
Hem meselâ, adaletperver, ihkak-ı hakkı sever ve ondan zevk alır bir hâkim, mazlumların haklarını vermekten ve mazlumların teşekkürlerinden ve zalimleri tecziye etmekle mazlumların intikamlarını almaktan nasıl memnun olur, bir zevk alır.
İşte, Hakîm-i Mutlak ve Âdil-i Bilhak ve Kahhar-ı Zülcelâl, değil yalnız cin ve inste, belki bütün mevcudatta ihkak-ı haktan, yani her şeye hakk-ı vücudu ve hakk-ı hayatı vermekten ve vücud ve hayatını mütecavizlerden muhafaza etmekten ve dehşetli mevcudları tecavüzlerden tevkif ve durdurmaktan, hususan mahşerde ve dâr-ı ahirette cin ve insin muhakemesinden başka bütün zîhayata karşı tecelli-i kübra-yı adl ve hikmetten gelen maani-i mukaddeseyi kıyas edebilirsin.
İşte şu üç misal gibi, bin bir esma-i ilâhiyenin her birinde pek çok tabakat-ı hüsün ve cemal ve fazl ve kemal bulunduğu gibi, pek çok