Bütün o mehasinden gözlerini kapadılar ve o üstadın (a.s.m.) irşadatından ve şakirdlerinin ikazatından kulaklarını tıkadılar. Hayvan gibi yiyerek uykuya daldılar. İçilmeyen, fakat bazı şeyler için ihzar edilen iksirlerden içtiler. Sarhoş olup öyle bağırdılar, karıştırdılar; seyirci misafirleri çok rahatsız ettiler. Sâni-i zîşanın düsturlarına karşı edepsizlikte bulundular. Saray sahibinin askerleri de onları tutup, öyle edepsizlere lâyık bir hapse attılar.
Ey benimle bu hikâyeyi dinleyen arkadaş! Elbette anladın ki, o hâkim-i zîşan, bu kasrı, şu mezkûr maksatlar için bina etmiştir. Şu maksatların husulü ise iki şeye mütevakkıftır.
Birisi: Şu gördüğümüz ve nutkunu işittiğimiz üstadın (a.s.m.) vücududur. Çünkü, o bulunmazsa, bütün maksatlar beyhude olur. Çünkü, anlaşılmaz bir kitap muallimsiz olsa, manasız bir kâğıttan ibaret kalır.
İkincisi: Ahali, o üstadın (a.s.m.) sözünü kabul edip dinlemesidir. Demek, vücud-u üstad (a.s.m.), vücud-u kasrın dâisidir. Ve ahalinin istimâı, kasrın bekasına sebeptir. Öyle ise denilebilir ki, şu üstad (a.s.m.) olmasaydı, o melik-i zîşan şu kasrı bina etmezdi. Hem yine denilebilir ki, o üstadın (a.s.m.) talimatını ahali dinlemedikleri vakit, elbette o kasr tebdil ve tahvil edilecek.
Ey arkadaş! Hikâye burada bitti. Eğer şu temsilin sırrını anladınsa bak, hakikatin yüzünü de gör. İşte o saray şu âlemdir ki; tavanı, tebessüm eden yıldızlarla tenvir edilmiş gökyüzüdür. Tabanı ise, şarktan garba, gûnagûn çiçeklerle süslendirilmiş yeryüzüdür. O melik ise, ezel ebed sultanı olan bir Zat-ı mukaddestir ki, yedi kat semavat ve arz ve içlerinde olan her şey kendilerine mahsus lisanlarla o Zatı takdis edip tesbih ediyorlar. Hem öyle bir Melik-i Kadîr ki, semavat ve arzı altı günde yaratarak, arş-ı rububiyetinde durup, gece ve gündüzü siyah ve beyaz iki hat gibi birbiri arkası sıra döndürüp, kâinat sahifesinde âyâtını yazan ve güneş, ay, yıldızlar, emrine musahhar zîhaşmet ve zîkudret sahibidir.