ve hayattaki tesbihat-ı rabbaniyede defaatle bir zerre bulunmuşsa ve hizmet etmişse, o zerrenin manevî alnında o manaların hikmetlerini, hiçbir şeyi kaybetmeyen kader kalemiyle kaydetmesi, mukteza-yı ihata-i ilmîdir. Ve şunda pek muazzam bir kanun-u ilm-i muhitin ucu görünüyor.
Öyle ise, zerreler (Haşiye) başıboş değiller.
Netice-i kelâm: Geçmiş yedi kanun, yani kanun-u rububiyet, kanun-u kerem, kanun-u cemal, kanun-u rahmet, kanun-u hikmet, kanun-u adl, kanun-u ihata-i ilmî gibi pek çok muazzam kanunların görünen uçları arkalarında birer ism-i âzam ve o ism-i âzamın tecelli-i âzamını gösteriyor. Ve o tecelliden anlaşılıyor ki, sair mevcudat gibi, şu dünyadaki tahavvülât-ı zerrat dahi, gayet âli hikmetler için kaderin çizdiği hudut üzerine kudretin verdiği evamir-i tekvîniyeye göre hassas bir mizan-ı ilmî ile cevelân ediyorlar. Adeta başka, yüksek bir âleme (Haşiye) gitmeye hazırlanıyorlar. Öyle ise, zîhayat cisimler, o seyyah zerrelere güya birer mektep, birer kışla, birer misafirhane-i terbiye hükmündedir. Ve öyle olduğuna, bir hads-i sadıkla hükmedilebilir.
Elhasıl: Birinci Sözde denildiği ve isbat edildiği gibi, her şey bismillâh der. İşte, bütün mevcudat gibi, her bir zerre ve zerratın her bir taifesi ve