Bir İhtar: Temsildeki padişah, aczi için, kumandanlık isminin meratibinde müşir ve ferik gibi vasıtalar koymuştur. Fakat بِيَدِهٖ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ olan Kadîr-i Mutlak, vasıtalardan müstağnidir. Vasıtalar, sırf zâhiridirler. Perde-i izzet ve azamettirler. Ubudiyet ve hayret ve acz ve iftikar içinde saltanat-ı rububiyetine dellâldırlar, temâşâgerdirler. Muini değiller, şerik-i saltanat-ı rububiyet olamazlar.
DÖRDÜNCÜ ŞUA: İşte ey tenbel nefsim! Bir nevi mirac hükmünde olan namazın hakikatı; sabık temsilde bir nefer, mahz-ı lütuf olarak huzur-u şahaneye kabulü gibi; mahz-ı rahmet olarak Zat-ı Celil-i Zülcemal ve Mabud-u Cemil-i Zülcelâlin huzuruna kabulündür. “Allahu Ekber” deyip, manen ve hayalen veya niyeten iki cihandan geçip, kayd-ı maddiyattan tecerrüd edip bir mertebe-i külliye-i ubudiyete veya küllînin bir gölgesine veya bir suretine çıkıp, bir nevi huzura müşerref olup, اِيَّاكَ نَعْبُدُ hitabına (herkesin kabiliyeti nisbetinde) bir mazhariyet-i azimedir. Adeta, harekât-ı salâtiyede tekrarla “Allahu Ekber” “Allahu Ekber” demekle kat-ı meratibe ve terakkiyat-ı maneviyeye ve cüz’iyattan devair-i külliyeye çıkmasına bir işarettir ve marifetimiz haricindeki kemalât-ı kibriyasının mücmel bir ünvanıdır. Güya her bir “Allahu Ekber” bir basamak-ı miraciyeyi kat’ına işarettir. İşte şu hakikat-ı salâttan manen veya niyeten veya tasavvuren veya hayalen bir gölgesine, bir şuaına mazhariyet dahi, büyük bir saadettir. İşte hacda pek kesretli “Allahu Ekber” denilmesi, şu sırdandır. Çünkü hacc-ı şerif, bil’asale herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubudiyettir. Nasıl ki bir nefer,