Nisanın nısf-ı âhirindeki ceridelerin esas-ı fikirlerine muterizim. Şöyle ki: Hayat onun yoluna daima feda edilen ve hayattan bin derece daha mukaddes ve daha evlâ (Nüsha farkı) olan haysiyet ve itaat-ı askeriyeyi, hayata feda edilen ve ehl-i vicdan nazarında gayet hasis olan âmâl-i nâmeşrua feda etmeğe ihtimal verdiler.
Hem de hakaik ve ahvâl onun cazibesine tabi ve o merkeze merbut olan şems-i şeriat, saltanata veya hilâfete veya başka siyasete tabi ve âlet şems-i müniri, bir menhus ve münkesif yıldıza peyk ve cazibesine tabi itikad etmek gibi göstermekle tarik-i nâ-refteye sülûk ettiler.
Cemi kuvvetimle derim ki: Terakkimiz, ancak milletimiz olan İslâmiyetin terakkisiyle ve hakaik-i şeriatın tecellisiyledir. Yoksa, “yürüyüşünü terk ile başkasının yürüyüşünü öğrenmedi” ile mâsadak olacağız. Evet, hem şan ve şeref, hem sevab-ı ahiret, hem cemiyet, (Nüsha farkı) hem hamiyet-i İslâmî, hem hubb-u vatan, hem hubb-u din ile mütehassis olmalıyız. Zira müsenna daha muhkemdir.
Ey paşalar, zabitler! Cinayetlerime ceza ve şimdi suallerime de cevap isterim. İslâmiyet, insaniyet-i kübra; ve şeriat, medeniyet-i fuzlâ olduğundan âlem-i İslâmiyet, medine-i fâzıla-i Eflatuniye olmağa sezâdır.
Birinci Sual: Ceridelerin tesvilâtıyla meşru bilerek, burada görenek ve âdete binaen cereyan-ı umumiyeye kapılan safdillerin cezası nedir?
İkinci Sual: Bir insan yılan suretine girse veyahut bir veli haydut kıyafetine, yahut meşrutiyet istibdat şekline girse; ona taarruz edenlerin cezası nedir? Belki hakikaten yılan ve haydut istibdattır.
Üçüncü Sual: Acaba müstebid yalnız bir şahıs olur? Veyahud eşhas-ı müteaddide müstebid olurlar? Bence kuvvet, kanunda olmalı. Yoksa istibdat münkasım olmuş olur.