ve bu suretle nüfus üzerinde bütün manasıyla hâkim ve nafiz olurdu. Yalnız tilavetiyle teberrük olunan, bir mübarek derecesinde kalmazdı.
Bununla beraber zaruriyat-ı diniyeyi, mesail-i cüz’iye-i fer’iye-i hilâfiye ile mezcedip ona tâbi gibi kılmakta büyük bir hatar vardır. Zira “Musavvibe” (Haşiye) nin muhalifi olan “Tahtieci”lerden biri der ki: “Mezhebim haktır, hata ihtimali var. Başka mezheb hatadır, sevaba ihtimali var.” Halbuki cumhur-u avam, mezhebde imtizac etmiş olan zaruriyatı, nazariyat-ı içtihadiyeden vazıhan temyiz etmediğinden, sehven veya vehmen tahtieyi filcümle teşmil edebilir. Bu ise, hatar-ı azimdir. Bence tahtieci hubb-u nefisden neşet eden inhisar-ı zihniyet illetiyle malûldür. Ve Kur’an’ın câmiiyetinden ve umum tabakat-ı beşere şümul-u hitabından gafletle mesuldür. Hem tahtiecilik fikri, sû-i zan ve tarafgirlik hissinin menbaı olduğundan, İslâmda lâzım olan tesanüd-ü ervah, tevhid-i kulûb, tahabbüb ve teavüne büyük rahneler açmıştır. Halbuki hüsn-ü zanla, muhabbet ve vahdetle memuruz.
* * *
Bu meseleyi yazdıktan biraz zaman sonra, bir gece rüyada Cenab-ı Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) efendimizi gördüm. Bir medresede huzur-u saadette bulunuyordum. Cenab-ı Peygamber bana Kur’an’dan ders vereceklerdi. Kur’an’ı getirdikleri sırada Hazret-i Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) efendimiz Kur’an’a ihtiramen kıyam buyurdular. O dakikada şu kıyamın, ümmeti irşad için olduğu birden hatırıma geldi.
Bilâhere bu rüyayı suleha-yı ümmetten bir zata hikâye ettim. Şu suretle tabir etti: “Bu büyük bir işaret ve beşarettir ki, Kur’an-ı Azimüşşan lâyık olduğu mevki-i muallayı bütün cihanda ihraz edecektir.”