Haşr
وَالْبَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ حَقٌّ
Medhal
Şu meseleye dair Kur’an’ın işaratından fehmettiğim bir miktarını Arabî olarak İşaratü’l-İ’caz’da yazmıştım. Burada vazifem, hükm-ü Kur’an’ı güzel telakki etmek için zemini ihzar etmektir. İşte kalbe kabiliyet-i kabul verecek ve vicdanı iz’ana ihzar edecek dört esas var ki; muktazi mevcuddur, fail muktedirdir, mahal kabildir, mani yoktur.
BİRİNCİ MAKAM: Saadet-i ebediyeye muktazi vardır. O muktazinin vücuduna bürhan, on menabiden süzülen ve tehallüb eden bir hadsdir.
Birincisi: İşte kâinatta bir nizam-ı ekmel-i kasdî var. Her cihette reşahat-ı ihtiyar, lemeat-ı kasd görünür. Her şeyde bir nur-u kasd, her şe’nde bir ziya-yı irade, her harekette bir lem’a-i ihtiyar, her terkibte bir şule-i hikmet nazar-ı dikkate çarpıyor. Evet; saadet-i ebediye olmazsa nizam bir suret-i zaife-i vahiyeden ibaret kalır. Yalancı bir nizam olur. Nizamın ruhu olan maneviyat ve revabıt ve neseb hebâ olur. Demek nizamın nazzamı saadet-i ebediyedir.
İkinci Menba: Hilkatte bir hikmet-i tamme var. Evet, inayet-i ezeliyenin timsali olan hikmet-i ilâhiye kâinattaki riayet-i mesalih ve iltizam-ı hikem lisanıyla saadet-i ebediyeyi ilan eder. Zira saadet-i ebediye olmazsa kâinatta bilbedahe sabit olan hikem ve fevaidi mükâbere ile inkâr etmek lâzım gelir.