AŞÛRA
س: مَنْ اَنْتَ؟ أَ اَنْتَ اَنْتَ بَعْدَ مَوْتِكَ؟ وَهَلْ لِخَرَابِ الْبَدَنِ تَاْثِيرٌ فِى وَحْدَةِ الرُّوحِ؟
ج: اَنَا تَوَلَّدْتُ اْلاٰنَ مُتَلَخِّصًا مِنْ ثَمَانِينَ سَعِيدًا تَمَخَّضُوا فِى اَرْبَعِينَ سَنَةً بِقِيَامَاتٍ مُسَلْسَلَةٍ وَاسْتِنْسَاخَاتٍ مُتَسَلْسِلَةٍ فَهٰذَا السَّعِيدُ حَىٌّ نَاطِقٌ مَيِّتُونَ... لَوْ بِاْلاِنْجِمَادِ تَمَاسَكَ
مَاءُ الزَّمَانِ وَتَمَثَّلَ اُولٰۤئِكَ السَّعِيدُونَ وَتَراأَوْا لَمَّا تَعَارَفُوا. تَدَحْرَجْتُ عَلَيْهِمْ فِى اْلاَطْوَارِ فَتَفَرَّقَ مِنِّى مَازَانَ وَاَخَذْتُ مِنْهُمْ مَاشَانَ فَكَمَا اَنَّ اَنَا اْلاٰنَ هُوَ اَنَا فِى هَاتِيكُ
الْمَرَاحِلِ كَذٰلِكَ اَنَا اَنَا فِيمَا يَأْتِى بِمَوْتِى مِنَ الْمَنَازِلِ اِلاَّ اَنَّهُ فِى كُلِّ سَنَةٍ بِمُهَاجَرَةِ اثْنَتَيْنِ لِسَاكِنِى تِلْكَ الْبِلاَدِ يَجَدِّدُ اَنَا لِبَاسَهُ فَيَلْبَسُ السَّعِيدَ الْجَدِيدَ وَيَخْلَعُ الْعَتِيقَ
TÜRKÇESİ
S— Kimsin? Ölsen yine sen misin? Bedenin inhilali ruhun şahsiyetine tesir etmez mi?
C— Ben bu anda, seksen “Said”den telhis ile tezahür etmişim. Onlar müselsel şahsî kıyametler ve müteselsil (1) istinsahlar ile çalkalanıp şu zamana beni fırlatmışlar.
Şu “Said” yetmiş dokuz meyyit, bir hayy-ı natıkın fihristesidir. Eğer zamanın suyu donup dursa, mütemessil olan o Saidler birbirlerini görseler, şiddet-i tehalüften birbirlerini tanımayacaklardır. Ben onların üstünde yuvarlandım. Hasenat, lezzat dağıldı, kaldı. Seyyiat, âlâm toplandı, yüklendi. Nasılki şimdi o merhalelerde daima ben benim. Öyle de mevtimle gelecek menzillerde de yine ben benim. Lâkin her senede şu menzilhanelerdeki zerrat, iki muhaceret-i umumî yaptığından, “ene” dahi libasını değiştirir, yırtılmış “Said”i atar, yeni “Said”i giyer.