DEVR-İ İSTİBDATTA TIMARHANEDEN SONRA TEVKİFHANEDE İKEN ZAPTİYE NAZIRI ŞEFİK PAŞA İLE MUHAVEREMDİR
Zaptiye Nazırı: “Padişah sana selâm etmiş, bin kuruş da maaş bağlamış. Sonra da yirmi-otuz lira yapacak” dedi.
Cevaben: "Ben maaş dilencisi değilim, bin lira da olsa kabul edemem. Kendim için gelmedim, milletim için geldim. Hem de bu bana vermek istediğiniz rüşvet ve hakk-ı sükûttur."
Nazır: “İrade’yi reddediyorsun. İrade reddolunmaz.”
Cevaben dedim: "Reddediyorum. Tâ ki Padişah darılsın, beni çağırsın, ben de doğrusunu söyleyeyim."
Nazır: “Neticesi vahimdir.”
Cevaben: "Neticesi deniz olsa geniş bir kabirdir. İdam olunsam bir milletin kalbinde yatacağım. Hem de İstanbul’a geldiğim vakit hayatımı rüşvet getirmişim, ne ederseniz ediniz. Bunu da ciddi söylüyorum; ben isterim ki, ebna-yı cinsimi bilfiil ikaz edeyim ki, devlete intisab hizmet içindir, maaş kapmak için değildir. Hem de benim gibi bir adamın millete ve devlete hizmeti nasihatladır. O da hüsn-ü tesirledir. O da hasbîlikledir. Bu da garazsızlık, o da ivazsızlık, o da terk-i menafi-i şahsiye iledir. Binaenaleyh, ben maaşın kabulünde mazurum."
Nazır: “Senin, Kürdistan’da neşr-i maarif olan maksadın Meclis-i Vükelâ’da derdest-i tezekkürdür.”
Cevaben: "Acaba maarifi tehir, maaşı tacil edersiniz, ne kaide iledir? Menfaat-ı şahsiyemi menfaat-ı umumiye-i millete tercih ediyorsunuz."