Üçüncüsü: Minnet etmemektir. Buna remzen رَزَقْنَا daki hakiki malik kim olduğunu ve sadaka veren yalnız vasıta olduğunu göstermekle, şu şarta medar etmiştir.
Dördüncüsü: Tıyb-ı nefs ile, rıza-yı kalb ile olmalı. Havf-ı fakr ile olmamalı. Şuna telvihan رَزَقْنَا daki nun-u azametle اَنَا الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ manasına remz edip, şu şarta emare etmiştir.
Beşinci: Sadakayı alan sefahette değil, belki nafakasında ve hâcât-ı zaruriyesinde sarfetmeli. Şuna telmihan يُنْفِقُونَ 'un maddesini alâmet etmiştir.
Altıncı: Şart-ı kemaldir. Mala hasr edilmemeli. Zira tasadduk malda olduğu gibi, ilimde, fikirde, fiilde de olur. Şu tamime ما lafzındaki umum ile ima ve يُنْفِقُونَ 'deki ıtlâk ile işaret etmiştir. Çünkü, makam-ı hitabîde ıtlâk, tamimdir.
İslâmiyetin bir rükn-ü mühimmi olan zekât, beşerin hayat-ı nev’iyesi için ehemmiyeti şudur: Hadiste var: اَلزَّكَاةُ قَنْطَرَةُ اْلاِسلاَمِ yani, "zekât bir köprüdür ki, müslüman, kardeşi olan müslümana muavenet için ondan geçer." Zira memurun-bih olan teavün, o vasıta iledir. Ve nev-i beşerin heyet-i içtimaiyedeki nizamın sıratü’l-müstakimi odur. İnsanlar içinde madde-i hayatın cereyanına rabıta odur. Terakkiyat-ı beşerdeki zehirlere tiryak odur.