Beşinci Hakikat: Zaman-ı sabıkta revabıt-ı içtima ve levazım-ı taayyüş ve fevaid-i medeniyet o kadar tekessür ve teşaub etmediğinden, bazı kalil adamların fikri devletin idaresine yarı kâfi gibi idi. Amma bu zamanda revabıt-ı içtima o kadar tekessür ve levazım-ı taayyüş o derece taaddüt ve semerat-ı medeniyet o kadar tefennün etmiş ki, ancak yalnız kalb-i millet hükmünde olan meclis-i mebusan ve fikr-i ümmet makamında olan meşveret-i şer’î ve seyf ve kuvvet-i medeniyet menzilinde bulunan hürriyet-i efkâr o devleti taşıya ve idare ve terbiye edebilir. Bu hakikate misal; eski hükûmet-i müstebide ve yeni hükûmet-i meşrutadır.
Üçüncü Hakikatın bana verdiği vazife ile ve hürriyetin ferman-ı mezuniyete üç şeyi ihtar ediyorum:
Birinci: Bir cisim birden zerrattan tahallül, yeni zerrattan teşekkül eylemesi muhal olacağından, cism-i devletin birden memurîni ref’ ve yenilerini ikame eylemesi muhal olmasa da, müteazzirdir. Binaenaleyh istidadı habis ve kabil-i ıslâh olmayan adamları zaten cism-i devlet def-i tabiîyle ifraz edecektir. Amma kabil-i ıslâh olanlar zaten güneş daha garbdan tulû etmediğinden tevbenin kapısı açıktır. Bunların tecrübelerinden istifade etmeli. Bunların yerini dolduracak kırk sene lâzım. Yoksa umumu aleyhinde idare-i lisan ve terzil etmek bu şanlı olan ittihad-ı millete bozulmuş olan bazı efkâr ve ahlâklarına binaen bir hastalığa hedef edecektir.
İkinci: Ben Kürdistan dağlarında büyümüş idim. Merkez-i hilafeti güzel tahayyül ediyordum. Vakta, bundan yedi-sekiz mah mukaddem Dersaadet’e geldim. Gördüm ki: İstanbul, tevahhuş ve tenafur-u kulüp sebebiyle medeni libas giymiş vahşi bir adama benzerdi. Şimdi ittihad-ı millî sebebiyle medeni adam, fakat yarı medeni ve yarı vahşi libasında bize arz-ı didar ediyor. Evvel Kürdistanda fenalığın sebebi, Kürdistan uzvu hastalanmış zannediyordum. Vakta ki, hasta olan İstanbul’u gördüm, nabzını tuttum, teşrih ettim. Anladım ki, kalbdeki hastalıktır her tarafa sirayet eden. Tedavisine çalıştım; bir divanelikle taltif edildim.