yüksekte tanıyordu. Zaferden sonra gördü:
Birer hain, alçak derekesinde görür, habais çamurunda çabalar da batardı.
O mizan nazarî derecatı, kuyudan minareye çıkmıştır.
İntibah-ı İslâmî, izzet ve intikamla ayak üstüne kalktı.
Ey Âlem-i İslâmî! Dinle âyet ne der, ediyor işareti:
“Ki havf-ı mevt, mevt getirir. Hırs-ı hayat zilleti.” Bizde lezzetsiz zillet oldu.
Tavuğa bir dikkat et! Piliçleri yanında, camuş tecavüz etse,
o şefkat-i cinsiyenin verdiği cesaretle, hem verdiği inadı,
kaplan gibi, camuşa birdenbire saldırır. Keçiye et bir nazar!
Vakta kalırsa muztar, o sivri boynuzuyla kurdun karnını delerdi.
Izdırarî şecaat mukavemetsûz olur.
Demek şefkat-i cinsiyede müdhiş cesaret vardır.
Izdırarî vaktinde vakta ki ümid kalmadı, harika, hem de fıtrî bir şecaat vardır.
Bunlar ile beraber mahiyet-i imanda öyle şehamet vardır, mevti hayat bilirdi.
Dünyayı cennet eder şehadet devletidir. İzzet-i İslâmiyet tabiatında vardır
âlempesend şecaat. Hayatı her dem satardı, Firdevs’e gözü diker. Elhasıl:
Bu dört nokta, islâmî uhuvvetin intibahı vaktinde
elbette mucizeler izhar edebilirdi.
Hakkı himaye eder, intikam alabilir.
Eğer desen: Şimdiyse, harbe kuvvet kalmadı, telefiyat çok oldu.
Baştaki adamların niyetleri şüpheli?
Ben de derim: Muztarız, harb gelir; çekmiyoruz.
Şehid de bir velidir. Cihadımız, eskide farz-ı kifaye idi;
şimdi farz-ı ayn olmuş, belki muzaaf bir farz.
Hac ve zekât gibi, cihaddaki niyetin tasarrufu pek az idi.