Hem mebdei, taassub derecesinde azimet olsa, nihayeti müsaheleye; ruhsata taraftarsa, nihayeti salâbete müncer olur. Bir kısım Hanbeli, Hanefi gibi. Hatta en garibi, bir kısım mutaassıblar mesleklerinin zıddına olarak, küffara karşı müsamaha, dostluk; ve lâkayd Jönler husumet ve salâbet tarafdarı çıktılar. Güya mebde-i hürriyetteki mevkilerini becayiş ettiler.
İki âlim, bazen nakısın oğlu kâmil; kâmilin oğlu nakıs oluyor. Güya bakiye-i iştiha-i şevki, tevarüsle velede geçiyor. Öteki kaza-i vatar ettiğinden, veledinden ilme karşı açlık hissini uyandırmıyor. Şu emsilelerdeki sırr-ı düstur şudur: Beşerde meyl-i teceddüd var. Halef selefi kâmil görse, tezyid eylemese, meylinin tatminini başka tarzda arar, bazen aksü’l-amel yapar.
* * *
وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى İşte siyaset-i şahsiye, cemaatiye, millîye dair en âdil bir düstur-u Kur’anî.
اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولاً İşte mahiyet-i insaniyede dehşetli kabiliyet-i zulüm. Sırrı şudur:
Beşerde hayvanın aksine olarak, kuva ve müyul fıtraten tahdit edilmemiş. Meyl-i zulüm, hubb-u nefis dehşetli meydan alıyor.
Evet ene ve enaniyetin eşkâl-i habisesi olan hodgâmlık, hodbinlik, hodendişlik, gurur ve inad o meyle inzimam etse, öyle ekberü’l-kebairi icad eder ki, daha beşer ona isim bulmamış. Cehennemin lüzumuna delil olduğu gibi, cezası da yalnız cehennem olabilir.
Evvelâ şahıs itibariyle: Bir şahıs çok evsafa câmidir. Onların içinde bir sıfat adaveti celbetse, birinci ayetteki kanun-u ilâhî iktiza eder ki, adavet o sıfata inhisar etsin,