Zihnin marifetullahtır. Hissin muhabbetullahtır. Lâtifenin müşahedetullahtır. Takva denilen ibadet-i kâmile dördünü tazammun eder. Şeriat, şunları hem tenmiye, hem tehzip, hem bu gayâtü’l-gayâta sevkeder. (Şuaat)
• Eğer icaddaki vasıta hakiki olsaydı ve hakiki tesir verilseydi; hem bir şuur-u küllî verilmek lâzım idi, hem bizzarure eser-i ittikan, kemal-i sanat muhtelif olacaktı. Halbuki, en âdiden en âliye, en küçükten en büyüğe ittikan; derece-i kemalde, mahiyetin kameti nisbetindedir. Demek müessir-i hakikiden bazı karib, bazı baid, kısmen vasıtasız, kısmen vasıta ile, kısmen vesait ile değildir. İnsanın ihtiyarî eserindeki adem-i kemal; cebri nefy, ihtiyarı isbat eder. (Nokta)
• Câ-yi dikkattir ki: Cüz’i bir ihtiyarın tavassutu ile eser-i akıl bir insan şehri, intizamca semere-i vahiy bir arı kovanındaki cemaate yetişmez. Ve arıların meşher-i sanatı bir petek hüceyrat şehri; bir nar ve cilnardan intizamca geridir. Demek kâinattaki cazibe-i umumiye hangi kalemden akmışsa, cüz-ü lâyettecezzadaki küçücük cazibeler o kalemin noktalarıdır. (Nokta)
• İslâmiyet der: لاَ خَالِقَ اِلاَّ هُوَ hem vesait ve esbabı, müessir-i hakiki olarak kabul etmez. Vasıtaya mana-yı harfî nazarıyla bakar. Akide-i tevhid ve vazife-i teslim ve tefviz öyle ister. Hristiyanlık esbab ve vesaiti müessir bilir, mana-yı ismî nazarıyla bakar. Akide-i velediyet ve vazife-i ruhbaniyet öyle ister, öyle sevkeder. Onların azizleri, mana-yı ismiyle birer menba-ı feyz ve —güneşin ziyasından bir fikre göre istihale etmiş lâmbanın nuru gibi— birer maden-i nur nazarıyla bakıyorlar. Biz ise evliyaya mana-yı harfiyle, yani ayine güneşin ziyasını neşrettiği gibi birer makes-i tecelli nazarıyla bakıyoruz. (Haşiye)