Kavinin bir zaife karşı da tevazuu sayılan bir sıfatı,
ger olursa zaifte, tezellül ve riyadır.
Bir ulülemr, makamında olursa; ciddiyeti vakardır, mahviyeti zillettir.
Hanesinde bulunsa; mahviyeti tevazu, ciddiyeti kibirdir.
Mütekellim-i vahde olsa eğer bir zatta:
Müsamaha, hamiyet, fedakârlık; bir haslet, bir amel-i salihtir.
Mütekellim-i maal’gayr olsa eğer o zatta: Müsamaha, hıyanet;
fedakârlık bir sıfat, bir amel-i talihtir.
Tertib-i mebadide tevekkül, tenbelliktir.
Terettüb-ü netice noktasındaki tefviz, tevekkül-ü şer’îdir.
Semere-i sa’yine, kısmetine rıza ise memduh bir kanaattır,
meyl-i sa’ye kuvvettir.
Mevcut mala iktifa, mergub kanaat değil; belki dûn-himmetliktir.
Misaller daha çoktur.
Kur’an, mutlak zikreder salihat ve takvayı; ibhamında remz eder.
Makamatın tesiri îcazî bir tafsildir, sükutu geniş sözdür.
“El-Hakku Ya’lû” Bizzat, Hem Akıbet Muraddır
Ey arkadaş! Bir zaman bir sâil dedi:
“Madem ‘El-hakku ya’lû’ haktır. Neden kâfir müslime; kuvvet hakka gâlibdir?”
Dedim: Dört noktaya bak! Bu müşkil de hallolur.
Birinci nokta şudur: Her hakkın her vesilesi hak olması lâzım değildir.
Öyle de her bâtılın her vesilesi bâtıl olması, yine lâzım değildir.
Neticesi şu çıkar: Hak olan bir vesile, bâtıl vesileye gâlibdir.