Meselâ: إِنَّ قَارُونَ كَانَ مِن قَوْمِ مُوسَى
Şu hüküm beşere der: “Akvam-ı cihanın beyninde,
kavm-i benî İsrail efradları elinde
muzır hem de haram gayet büyük bir servet;
lâsiyyema vesail-i riba ile servetleri tutturan,
hem de onu toplayan hariskâr bir düsturu”
şu cümle ihtar eder, dinliyor beşeriyet.
Meselâ: ﻭَﻟَﻦْ ﻳَﺘَﻤَﻨَّﻮْﻩُ ﺍَﺑَﺪًﺍ
Şu cümlenin zımnından, kavm-i Yahuda mahsus bir tarz hırs-ı hayat,
bir çeşit havf-ı memat beşere ihtar eder bir düstur-u garabet.
Onlardan bir cemaat huzur-u Nebevîde münazara isterken,
“Kendini haklı bilen mevti temenni edip izhar etsin bir hüccet”
teklif etti Peygamber, kimse lisan-ı kaal ile etmedi hiç cesaret.
Yine lisan-ı hâlle, hırs-ı hayat hissiyle, şimdiye dek o millet,
hâlâ kılar istinkâf, mevti etmez temenni. Bunu bilsin her cebîn:
Havf-ı mevt, mevt getirir, hırs-ı hayat zilleti. İşte i’caz-ı ayet.
Meselâ: يُذَبِّحُونَ أَبْنَاءكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءكُمْ
Bu cümlenin zımnında bedbaht kavm-ı Yahudun
kaderin kalemiyle alınlarına yazılmış hayatî müthiş düstur, daimî bir musibet.
O da budur: O kavmin cihanın aktarında,
hemen şimdiye kadar mükerrer hedef olmuş, o bedbaht olmuş millet
pek çok katliamlara kızlarıyla hayatta sefahet âleminde büyük rol oynanılmış.
İşte bu kelâm der: O asırda hâdise-i musibet,