Öyle ise o medlûlü ya cam gibi etmeli, ya her tarafı delmeli,
harice baktırmalı, zekâ çıksın ziyaya.
Zira hariç geniştir, meydan-ı cevelândır, hakaik sabitedir.
O küçücük zihninde medlûlün parçasından
diktiğin ankebutî dâm-ı vehm ve hevâya
bir sineğe dar gelen bir gömleği getirme, Arşı Kürsî’ye giydirme.
Sinek kanadı kadar küçücük bir harita, vesveseye sermaye;
sahife-i medlûlde zihinde tersim edersin,
sonra onun içinde kendini kaybedersin;
at koşturmak istersin, bak dahi bu belâya!
Ey maddeperest tabiatla âlude! Kör kuvvet de kör etmiş, lâfız ve suret aldatmış;
bırak deha-yı fennî tâ sen çıkasın bir hüdâya.
Beş perdeden bir perde sana misal gösterdim
ki beşinci en küçüğü, başkaları kıyas et.
Sofestaî, maddiyyun seni atar gayyâya.
Sarıl silsile-i semaya; isal eder o bizi tâ Cennet-i âlâya.
Dua Muhal, Hem Masiyet Olmamalı!
Dua, kat’an samimi ise kabul olur; gehî aynen, gehî manen.
Fakat şart-ı taleb, de’b-i edeb daim olur lâzım.
Edeb yoksa niyaz olmaz. Tehevvüskârî, nazvarî, itabvarî dua olmaz.
Muhali ya muhalvarî nizam ve hikmete uymaz umuru istemek olmaz.
Nihayetli emirde bir nihayetsiz aded olmaz.
“Bana ver aksa’l-gâyatı” tecavüzkârî bir nazdır; niyazî bir dua olmaz.